27 Temmuz 2011 Çarşamba

Hamzaviler

HAMZAVİLER

Osmanlı topraklarında doğup gelişen ikinci dönem Melamiliğin (Bayrami-Melamilik) 16.yüzyılda tarikatı Balkanlara yayan şeyhi Bosnalı Hamza Bali’nin 1561 yılında İstanbul’da idam edilmesinin ardından aldığı isimdir. Üzerindeki siyasi baskı nedeniyle zamanla gizli bir tarikat hüviyetine büründüklerinden ötürü tarikatın tarihi seyrini izlemek hayli zordur. Üstelik önemli 3 liderinin şeyhülislam fetvasıyla idamı ve en sonunda da tarikatın sindirilerek neredeyse yok edilmiş olması, araştırma sürecinde kaynak bulma ihtimalini oldukça düşürüyor. O nedenle çok farklı siyasi tarih kitabı ve makalelerinin içinden yoğun bir tarama sonucu parça parça bulduğum bilgileri birleştirerek bu tarikatın net bir fotoğrafını çekmeye çalıştım. Şimdi tarihi bir perspektiften bu tarikatın dönüşüm süreci ve kırılma noktalarını inceleyerek “bir padişahın benimseyip müridi olduğu Bayramilerin nasıl olup da bir yüzyıl sonra aynı padişahın büyük büyük dedesi tarafından sistemli bir şekilde yok edildiğini” görelim.


Hacı Bayram-ı Veli…

On beşinci yüzyılın başlarında Ankara bölgesinde kurulan Bayramiye tarikatının kurucusudur. Hamzavilerin şeceresinin en tepe noktası olmakla beraber kuruluş aşamasında heterodoks islamın temsilcisi olsa da sunni çizgide oluşu vurgulanması gereken en önemli noktadır. Dönemin yapısal ruhu içinde tarikatların etkisi ve varlığı olağan ve yoğun olsa da kuruluşundan kısa bir dönem sonra müridlerinin sayısındaki inanılmaz artış nedeniyle dikkati çeken bu tarikat zamanla bir tehlike olarak görünüyor ve şeyh Bayram Veli prangalanarak Edirne’ye, 2.Murad’ın huzuruna götürülüyor. Fakat Murad, şeyhin “ne kadar büyük bir zat” olduğunu anladıktan sonra özür dileyerek serbest bırakıyor, kendisi de Bayrami oluyor ve “bölgedeki Bayrami dervişlerden vergi alınmayacak” emrini buyuruyor. Şeyh Ankara’ya döndüğünde hem padişahın bu tavrı hem de yüksek ihtimalle vergi muafiyetinden ötürü zaten yüksek olan müridlerinin sayısı daha da katlanarak artıyor. Efsane midir bilinmez ama sadece vergi meselesi yüzünden, çıkar için tarikatı benimseyenlerden kurtulmak adına Hacı Bayram Veli şöyle bir çare düşünüyor. Padişahın görevlileri kaç müridi olduğunu sormaya geldiklerinde şeyh çadırın içine elinde bir bıçakla giriyor ve “kim benim müridimse arkamdan gelsin” diyor. Bir kişi içeri giriyor ve şeyh bir koyun keserek kanını çadırın altından dışarıya doğru akıtıyor. Bunu gören kalabalık korkudan kaskatı kesiliyor fakat içlerinden bir kadın “Allah yolunda kurban olmaya” razı olduğunu haykırıp içeriye giriyor. Şeyh bir koyun daha kesiyor ve yine kanı gören diğer müridler kadının da kurban edildiğini sanıp kaçıyorlar. Çadırdan dışarı çıkıp kimsenin kalmadığını gören Hacı Bayram: “Bir buçuk müridim vardır, geri kalanlardan vergi alınsın” diyor. Buradaki buçukluk olayı anladığım kadarıyla müridinin birinin kadın olması ve o dönem şeriat kanunlarınca mahkemede 2 kadının şahitliğinin tek kişi gibi sayılması yani kadının hukuksal olarak “yarım” varoluşundan kaynaklanıyor.


Şeyhin ölümü ve en belirleyici yol ayrımı…

Tarikatta en kritik dönüşüm daha en başta, Hacı Bayram Veli’nin ölümüyle (1430) yaşanıyor. Oluşumun içinde çağdaşı başka lider kişilikler olsa da şeyhin halefi, ileride tüm dünya siyasetini derinden etkileyecek bir dönüşüm noktası olarak İstanbul’u fetheden Sultan Mehmet’in akıl hocası Akşemseddin oluyor. Yeni şeyh Göynük’e yerleşiyor ve tarikat faaliyetlerine burada devam ediyor fakat yöntem konusunda anlaşamadığı Ömer Sikkini ile derin tartışmalar yaşıyor. Kendi zikir halkasına katılmayıp birkaç mürid ile birlikte kenarda bekleyen Sikkini’ye “eğer zikir halkasına katılmazsa -liderliğin ve ehil olmanın sembolü olan- hırka ve tacını elinden alacağını” söylüyor. Ömer Sıkkini de hırka ve tacı yakıyor. Hikayeye göre “haydı o zaman bir ateş yakalım ve ortasına oturalım, eğer sen haklıysan biz yanarız tac ve hırka kalır. Ama yok eğer biz kalır onlar yanarsa demek ki tac ve hırkada hiçbir keramet yoktur” diyor ve ateşin içine giriyor. Tac ile hırka yanıyor ve Ömer Sikkini tarikatın ikinci kolunu oluşturuyor. Bu yeni kol melamet tavrını benimseyen, sunni çizgiden ayrılıp ehlibeyt sevgisine atıfta bulunan ve hatta ikinci dönem horasan erenleri olarak anılacak ve bundan sonraki dönemde siyasi baskıya maruz kalacak olan ve zamanla Osmanlı içindeki bir “karşı düşünce” hareketine dönüşecek yahut bu şekilde algılanacak olan oluşumdur.


Devletin baskısında 6 sembol şeyh…

Bayrami Melamilerin bir karşı düşünce ve tehdit olarak algılanması döneminde üç tanesi idam edilen iki tanesi çok ciddi tahkikatlar sonunda serbest kalan ve biri de zindanda ölen yahut öldürülen altı önemli ismi kronolojik bir düzen içinde önce idam edilen üçü sonra da soruşturma geçiren diğer üçü şeklindeki tasnifle inceleyeceğim. İsmail Maşuki, Bosnalı Hamza Bali, Sütçü Beşir Ağa, Hüsameddin Ankaravi, Gazanfer Dede ve Ali İdris’ten oluşan bu altılı vahdet-i vücutçu düşünceleri ve melamet tavrı yüzünden mürid sayılarının artışı ile kazandıkları nüfus ve gücün tehdit olarak algılanmasından ötürü sindirilmeye, yok edilmeye ve bundan sonrakiler için “ibretlik” olmaya mahkum edilmişlerdir. Fakat ne garip çelişkidir ki baskı gördükçe onlara olan ilgi artmış, devletten görüdükleri sistemli zulüm inançlarını pekiştirmiştir. Öyle ki Fener Parkı’nda boğdurulan son Bayrami Melamileri ölürken “sayılmayız parmak ile yok olmayız kırmak ile” diye haykırabilmişleridir.


İsmail Maşuki

Çelebi şeyh yahut “oğlan şeyh” lakaplı Maşuki kentlerde örgütlenen Bayrami Melamilerinden olmasının yanı sıra onu asıl önemli kılan özelliği öldürülen ilk Bayrami-Melami lider olmasıdır. Ebu Suud efendinin de bulunduğu mahkeme heyetinde Kemal Paşazade’nin fetvasıyla “zındıklık ve mülhidlik” suçlamasından ötürü 1528’de Atmeydanı’ndaki Çukurçeşme üzerinde boynu kesilerek idam edilmiştir. İstanbul ve Edirne’de etkili olan şeyhin müridleri arasında üst düzey devlet memurlarının bile oluşunun yarattığı tehdit algısı vahdet-i vücutçu düşünceleri ve özellikle ibadet şekillerinin farklılığı ile birleşince idam olunan ilk oldu ve bundan daha önemlisi bundan sonraki tüm soruşturmalarda “emsal teşkil eden” bir konuma ulaştı. Zira sonraki hiçbir soruşturma Maşuki’nin davası kadar derinlemesine olmamıştır. Hatta idam kararlarında “oğlan şeyh yolunda olduğundan ötürü” yazması söz konusu davadaki sanığın yok edilme kararının son cümlesi oluyordu. Bu arada belirtmek gerekir ki Maşuki’nin, Sunni inancın Hanefi fıkhı terbiyesinde yetişen devlet adamlarını en çok irkilten düşüncesi “raks da hal-i kıyama dahildir” fikridir. Siyasi otoritesini ve kimliğini dini inanç üzerine temellendiren ve kendi tebaası üzerindeki hakimiyetini bu yoldan sağlayan bir iktidar için bu ciddi bir sapmadır ve işte o yüzdendir ki bu kadar şiddetle cezalandırılmıştır. Atmeydanı’nda boynu kesilen sadece Maşuki değil, onun söz ve davranışlarını açıkça savunan 12 mürididir. Ve tabi ki daha sonra farklı yerlerde idam olunan diğer şeyhler ve müridleri…




Bosnalı Hamza Bali…

Kanuni Sultan Süleyman döneminde idam olunan Bosnalı Bali Ağa,Ankaralı Bayrami-Melami Şeyh Hüsameddin Ankaravi’nin öğrencisidir. Bir süre pirinin hizmetinde bulunduktan sonra tarikatı yaymak için Rumeli’ye geri dönmüştür. Cezbe kuvveti yüksek bir insan oluşu, bazı söz ve davranışları ve hepsinden önemlisi yine artan mürid sayısı gerek Bosna’nın ulema takımının gerekse diğer tarikat şeyhlerinin tepkisine yol açmış, bu Hamza Muhalifi grup “bu adam cahildir ve mürid yetiştirmeye ehil değildir; eğer tedbir alınmazsa bu tavırlarıyla fitne ve fesada sebebiyet verir” diyerek kadıya baskı yapmışlar ve kadı da durumu İstanbul’a bildirmiştir. İstanbul’dan gelen müfettişler tahkikat neticesinde şeyhin tutuklanmasına karar vermiş ve Bali Ağa’yı başkente götürmüşlerdir. Dönemin şeyhülislamı Ebu Suud, fetvadan önce bazı tarikat şeyhlerinden Hamza Bali hakkında bilgi alıyor, bu şeyhler ise Bali Ağa’nın dördüncü esmada kaldığını, şeyhliğe ehil olmadığını ve oğlan şeyh yolunda olduğunu belirtiyorlar ve Hamza Bali “Oğlan şeyh zendeka ve ilhada (dinsizlik ve Allahsızlık) binaen idam olunmuştu. Şeyh Hamza da onun gibi zındık ise katli meşrudur” diye verilen fetva ile Süleymaniye’de Deveoğlu Çeşmesi önünde idam ediliyor. Mezarı ise bugün Silivrikapı tarafında, Yenikapı Mevlevihanesi ile Halveti tekkesinin arasındadır. Ölümünden sonra Bayrami-Melamiler “Hamzavi” olarak anılmıştır. Bu yalnız halkın onları anlatırken kullandığı bir tabir değildir. Sonraki Melamiler de Hamza’yı pir olarak kabul ettiğinden kolun adı Hamzaviye olmuştur.

Şeyh Hamza Bali’nin dünya görüşü ve inançları ekseninde şekillenen yaşamı ve tavırları sadece onu tehdit olarak gören ulema ve diğer şeyhler tarafından değil kimi zaman kendi tarikatı içindeki dostları ve hatta piri, hocası Hüsameddin Ankaravi tarafından bile yanlış anlaşılmıştır. Bu durumu en iyi örnekleyen olay aşağıdaki küçük hikayedir:

Şeyh Hüsameddin Ankaravi yeni mescidinin açılışı için Cuma namazını kılmaya hazırlanırken “Bali Ağa hala gelmedi mi” diye sorar. İstanbul’dan gelecek olan Bosnalı Bali hakkında müridlerden biri “henüz gelmedi pirim, fakat rivayetlere göre Bali Ağa ibadetini aksatırmış, kendini de zevke sefaya vermiş, her gün tavuk çorbası yerim diye kıvanır dururmuş” diyerek Ankaravi’yi bilgilendirir. Namazdan az bir süre önce Bali Ağa gelir. İbadetin ardından Şeyh Ankaravi konuşmasında Bali Ağa’ya hitaben “evladım, ibadetini eskisi gibi yapmazmışsın, her gün tavuk çorbası yediğini söyler, övünürmüşsün” diye sitemde bulunur. Bali Ağa ise ibadeti aksattığını kabul ederek “yalnız bir husus var, tavuk çorbası olayı yanlış aksettirilmiş. İstanbul’da her evin önünde köpeklere ve tavuklara verilmek üzere artık yemeklerin ve çorbaların konduğu bir büyük taştan kase bulunur. Ben de tavuklar için konan bu artık çorbalardan yiyerek nefsimi köreltirim pirim” der. Bu anlatılanlar Ankaravi’nin hoşuna gider ve Bali Ağa’ya peygamberin amcasının ismi olan Hamza ismini verir ve bundan böyle Bali Ağa, Bosnalı Hamza Bali olarak anılır.

Buradan anlayacağımız üzere Melamiler aslında bir yandan da Ortodoks islamın öngördüğü Cuma namazı gibi ibadetleri de yerine getiriyordu. Hatta Bosnalı Hamza Bali’nin “ibadeti aksatması”ndan kasıt muhtemelen bu tür ibadetlerdi ve aslında şeyh Hamza “köktenci bir melamet” tavrındaydı. Bu tavrının Bosna’ya gittiğinde merkezi otoriteden uzaklaşmasının verdiği rahatlıkla daha da açığa çıkmış olacağını tahmin etmek pek de zor değildir. Ve yöre ulemasının hoşuna gitmeyen “bazı hal ve davranışlar” ile ima edilen şey de sanırım bu yaşayış biçimi ve marjinal dünya görüşü ile ibadet şeklidir.

Sütçü Beşir Ağa…

1662 yılında 90 yaşını geçkinken idam edilerek öldürülen son Melami şeyhidir. Bundan sonra Hamzaviler (Melamiler) kendilerini gizleyerek yaşayışlarını sürdürmüşleridir. Çünkü şeyhleri öldürüldükten sonra yandaşları çok ciddi bir tepki gösterip, devlete deyim yerindeyse bir rest çekerek gemilerini yaktılar: “Ya şeyhimizi zulmen öldürdüğünüzü halka itiraf edin yahut bizi de idam edin” diyorlar ve bunun sonucunda 40 Hamzavi dervişi daha Fener’de boğularak öldürülüyor. Sayılmayız parmak ile yok olmayız kırmak ile beyiti de bu son idamlara atfen ortaya çıkıyor. Olaylar öyle yankı uyandırıyor ki sadece Hamzaviler değil bazı ulema ve devlet görevlileri de yapılanı zulüm olarak görüp kararı verenler üzerinde baskı oluşturuyor bunun sonucunda Veziriazam Köprülü Ahmet Paşa bu tepkiyi bastırmak adına suçu şeyhülislama yıkarak fetvayı veren Sunizade’nin yerine Yahya Efendiyi atıyor.


İki Sorgu Artı Bir Muamma Eşittir Üç Baskı Daha…

1557 yılında Ankara kalesinde bir ölüm daha görüyoruz. Ama bu sefer ecel söz konusu. Tabi bu ecelin devlet kontrolünde olduğu şüphesi de hiç yabana atılmayacak derecede. Ölen kişi kola ismini veren Hamza Bali’nin piri Hüsameddin Ankaravi. Hakkında kovuşturma açılıp tutuklandıktan sonra (Zal Paşa’nın adamlarından birisinin bir at nedeniyle garaz bağlayıp aslı esası olmayan yalanlar söylemesi üzerine ) zindanda ölümü bir muamma olan şeyhin aslında öldürüldüğünü 1568 tarihli şu fermandan anlamak mümkündür.

“Maslup (asılmış olan) Şeyh Hüsam’a ait metrukatın yazılmasına dair Ankara Beğine ve Seferihisar Kadısına hüküm ki bundan önce asılmış olan Şeyh Hüsam’ın ne miktarda m metrukatı (mirası) varsa deftere yazılmasını emir buyurdum”

Bu dönemde Ankara’da asılan başka şeyh yoktur ve bu fermanda Hüsam olarak anılan şahsın Şeyh Hüsameddin olduğunu söylemek mümkündür. O zaman 3 resmi idama bir de gayrı resmi idam ekleniyor.

Tüm bunların yanı sıra 1548 yılında Kanuni ile beraber katıldığı bir doğu seferi kafilesinin Ankara’da duraklaması sırasında Şeyh Hüsam Efendi ile tanışan ve onun müridi olarak bölgede kalıp şeyhinin ölümünün ardından İstanbul’a gelişinin ardından Bayramiye tarikatına 60 yıl şeyhlik eden “bulunsun ve mutlak hakkından gelinsin” diye padişah emrine rağmen gizlenmeyi başaran ve 1615 yılında ölen Ali İdris ile Ebu Suud döneminde bir kez İstanbul’a getirilip soruşturmadan geçirilmiş ve önce “oğlan şeyh yolundadır dedikleri gerçek ise bu adamda hayır yoktur” denen fakat daha sonra iki üç meclis daha uzatılan soruşturma sonucu asla yoruma olanak bırakmayacak önlemleri aldıktan sonra “eğer adı geçen kişi, bir kötülüğe ve kargaşaya neden olmamışsa bırakılması yasal bir işlem olur” denen Gazanfer Dede, Bayrami Tarikatının seyrinde diğer iki önemli liderdir. Ali İdris olayı melamet tavrının gizliliğinin ötesinde üzerindeki baskı nedeniyle Bayramilerin nasıl bir hayat ve faaliyet gösterdiğinin, Gazanfer Dede olayı ise bir Bayrami şeyhinin asılmasında asıl önemli olgunun “etki gücü ve nüfus” olduğunun örnekleridir.


Sonuç yerine…

“Bu dönem Osmanlı başkentinde ve ülkede gerici akımların iyice güç kazandığı, hatta çığırından çıktığı bir dönemdir. Fakat devlet yönetimi gözünü daha çok Melamiler gibi muhalif kesimlere dikmiştir. Daha önce belirtildiği üzere ehl-i sünnet anlayışı içindeki, işi silaha sarılmaya dek vardıran gerici akımlar genellikle görmezden gelinmiş, ancak iş yönetimi tehdit eder hale gelince harekete geçilmiştir. Halbuki Melamilerde bir ayaklanma gündeme gelmemiştir. Fakat dünya görüşlerinin farklılığı Osmanlı yönetimini önce bu kesimi ezmeye yöneltmiştir. Gerici akımların kol gezdiği, çoğunluğunun birer hafiye gibi çalıştığı bir ortamda Melamiler kendilerini oldukça gizleyerek çalıştılar. Yine de çok yandaş kazandılar. Fakat Beşir Ağa ve 40 kadar yoldaşının öldürülmesi halkın gözünü çok korkuttu. Melamiler daha da gizlendiler. Birbirleriyle bağlantıları koptu. Halkın içinde görüş açıklamaktan, konuşmaktan kaçındıklarından yandaş edinmeleri de ortadan kalktı. Bu durum, bu akımın dinamik özünü yok etti ve onu zayıflattı. Bu dinamik özün, bundan sonraki şeyhlik postuna oturan Hamzavi önderlerince özellikle hadımlaştırılması, bu yolun giderek çökmesine neden oldu.

Hamzaviler de susturulunca 18.yüzyılın başından itibaren Osmanlı ülkesinde ilerici bir akım görmek olanaksızlaştı. Tepkiler, resmi düşüncenin en geri biçimiyle ve resmi düzlemde, kişilere yönelik olarak dile getirilir oldu. Başkentteki hareketler, isyan da dahil, yönetime karşı değil, yönetimi onarmaya yönelik hareketlerdi artık… ”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder